22 Kasım 2011 Salı

Ay Işığı Nehri

Gece dilim dilim bölünüyor saatlere.Şimdi kimbilir kaçıncı dilim ayrıldı bütünden.Birçoklarının üzerine katlanarak  derinleşen uykuları var.Onların gecenin dilimlerini yiyen rüyaları var.
Uyuyamıyorum.Yatağımdan kalkıyorum.
Yürüyorum çok da büyük olmayan evin içinde tek bir lambayı yakmadan. Derler ki karanlıkta darlaşırmış mekanlar. Benim için karanlık algısı daha farklı gelişiyor uykusuz gecelerimde. Bende karanlığın etkisi içine genişleyen boşluklar şeklinde tezahür ediyor,sonra sürekli kendini geliştiriyor,bunu fark edip şımarıyor ve gitgide tanımlanması güç boyutlara ulaşıyor benim dışımda kafamın içinde.Ayaklarımın bastığı  yerler çatlıyor önce ,sonra açılan boşlukları bölünerek çoğalan taşlar dolduruyor.Ellerimin değdiği duvarlar sonsuzluğa uzanır gibi geliyor geceleri bana.Gözlerim gece görüşüne ayarlanmış oluyor bir süre sonra kendiliğinden.Bedenimin öğrenilmiş tüm reflekslerine güvenerek yoluma devam ediyorum.Ev halkı olarak evin görece en geniş odası  olduğu konusunda hemfikir olduğumuz salon nitelikli odaya varıyorum.En geniş tanımı bir an kafamda bildiğim en uçsuz bucaksız düşsel bir mecrayı bile kıyaslamalar karşısında dar bırakacak şekilde canlanıyor geceleri bu evin içinde. Bildiğim, gittiğim,civarında yürüdüğüm; okuduğum öykülerden ilham alıp hayalini kurduğum,anlatılan gerçek olaylarda tarif edileni algıladığım en büyük meydanları düşünüyorum.Bu hepsinden daha büyük olan ve adını koyamadığım yere varıyorum.Ayın insanı ürperten ışığı içeri sokulmuş akıyor salonun ortasında , yatağının içinde.İkiye bölünmüş salonun bir tarafındayım ben.Beyaz nehrin öbür tarafında küçük bir kız oturuyor.On iki,on üç yaşlarında bir kız çocuğu. Görmüş olmalı beni.Başını  hafifçe kaldırıp izlediği gökyüzünden gözlerini çekmeden konuşuyor.” Bu gece ilk defa mehtabı gördüm. Anlatılanlardan daha büyüleyici” Sesi tanıyorum ama çıkartamıyorum.Yaşça küçük birinin sıradan bir  doğa olayı için böyle afili laflar etmesini yadırgıyorum.”Ne yapıyorsun sen orda küçük,gecenin bu saatinde çoktan uyumuş olman gerekmez miydi senin?”.O an evin içinde olduğumu unuttuğumu ansıyorum.Yabancı bir çocukla konuşmayı değil de onun uyumayışını garipsiyor olduğumu anlıyorum.Ben bunun fakına vardığımda o yüzünü çevirmiş beyaz nehrin öbür tarafından benimle konuşuyor.
“Evet”,diyor.”Gerekirdi.Ama uyku tutmadı.Oluyor bazen.Uyuyamıyorum geceleri.Sen de uyumuyorsun biliyorum.”
Ay ışığı çocuğun yüzünde hareketleniyor.Yatağında hafifçe dönüyor olmalı ay bu sırada.Çocuğun yüzüne yansıyan ışık kederli gösteriyor onu.”Uyuyamıyorum.Çünkü nehrin senin durduğun tarafında geleceğimi görmekten uykularım kaçıyor.”
Sesi tanıyorum.Ay yeniden kımıldıyor yatağında.Belli ki ondan tarafa dönüyor bu defa.İşte şimdi büsbütün görüyorum suretini çocuğun.Geceyle sabah arasında akan ay ışığı nehrinin diğer tarafında on iki yaşımdaki halimle konuşuyor olduğumu anlıyorum.Sabah olup iki yaka birleşmeden geldiğim yolu hızlıca dönerek yatağıma giriyorum.

6 Kasım 2011 Pazar

Kadınlık Halleri

Kadın büyük bir hırsla boşalttı gardırobun içindekileri.Çekmeceleri hızla açtı ve aynı hızla sıra sıra özenle katlanmış kıyafetleri, örtüleri,çamaşırları fırlatıp attı odanın içine.Her yer birbirine girmiş,saklı ne varsa; en düzenli sırlar bile,en kuytuda kalanlar da dahil kavuşmuştu ışığa ve açık tezgah misali ortalığa.Kimisi yatağın üzerine uzanmış,beriki sandalyeye seğirtmiş,öteki kapı koluna takılmış durumdaydılar.Aradığını bulamamış olmalıydı kadın.Belki de bir şey aradığı yoktu.Öfkelenmiş olabilirdi  ya da kırılmıştı kalbi...Kimbilir neler söyleyecekti de susmuştu.İçinde kalan sesi kısılmış tüm çığlıkların can bulmasıydı bu dağınıklık şimdi.Öfkesini dindiriyor olmalıydı bu şekilde.İçinde tuttuklarını haykırmak isterken bunu yapamamış,saklı tutulanı dışarı dökememişti yine.Bu kederin hesabını uslu uslu içine kapanmış çekmecelerde ve sıra sıra raflarda duran eşyalardan soruyordu kendince.
Ne var ki bir anda ortalığı savaş alanına çevirdikten sonra bir süre bunun yasını tutar gibi saatlerce ağladığı yerden usulca kalktı kadın.Önce beyaz örtüye dokundu.O narin ipek kumaşı elinde kaymasına engel olarak özenle katladı.Daha sonra saten bir geceliğe yöneldi.Onu katlamak da zordu,girdiği katlı durumdan kolayca kurtulabiliyordu.Bazı kumaşlar şık ve narin oldukları kadar zor zaptediliyorlardı.Bazı güzel duyguların,ulaşılması zor duyguların,yaşanması zor olan hatıraların,gerçekleşmesi zor olan olasılıkların kaderi gibiydi işte ipek ve saten kumaşların durumu...Özenerek,yorularak getirilen vaziyetlerinden hemen bir başka hale geçebilirlerdi.Denetlenmeleri mümkün değildi.Bazı insanlık halleri gibiydi bu kumaşlar.Kontrolün zayi olması an meselesiydi onlar için.O en kısacık zaman parçasının içinde asi bir tavır almaları ise kaçınılmaz son olabilirdi ya da hikayenin başladığı yer.Kadın bunları düşündü tek tek çamaşırları katlarken.Mesela sutyen ve külotlar..Onlar da asla şekle girmez ya da konuldukları yerde konuldukları şekilde kalmazlardı.
Tüm inatçılıklarına rağmen hiç olmadıkları kadar muntazam bir şekilde girdiler bir süre önce tahliye edildikleri evlerine çamaşırlar,örtüler,gecelikler..Her şey eskisinden daha düzenliydi artık.Fırtına sonrası denizin sergilediği masumiyet manzarası gibiydi odanın içi-kadının aklı..Kadın odanın ışığını kapatıp,kapıyı çekti ve aklının dışına çıkarak her şeyi yerli yerinde bırakmış olduğuna inanarak gerçek zamana döndü.

Kadınların zihni de yaşanılan bir fırtına anında karışır dağıttıkları odalar gibi.Her şey çıkarılır saklandığı yerden.Mümkünse tek bir eşya ,tek bir çöp kalmayacak kadar boşaltılmalıdır çekmeceler,raflar,dolaplar.Bir zihin temizliğidir bu aslında.Akılda var olanların ortaya saçılıp dökülmesi ,bir yoklama yapılmasıdır hafizaya.Neden sonra kalkıp nizam getirilir yaratılan bu dağınıklığa.Hiçbir şey olmamış gibi,adeta rutin bir işmiş gibi yapılır bu düzenlemeler.Aslında hafızalarda bulunanların bir bir ait oldukları yerlere yerleştirilmesi,aklın karışmasına sebep olanın aranıp bulunması sonra da bu karışıklığın giderilmesi  ve konuşulmayanların anlatılması seremonisi duyguların,hatıraların ve fikirlerin eşyaların kisvesine büründürülmesiyle somutlaştırılır.Böylece dokunabilir kadınlar kırgınlıklarına,aşklarına,pişmanlıklarına,kavgalarına..
Kadınlar bunu bilmeden yaparlar,belki de böyle bir yöntemle ruhlarına dayanıklılık sağlıyor olmalılar.

5 Kasım 2011 Cumartesi

Mihrimah

Vakitlerden birinde yıllardır uyumayan bir adam yaşarmış uykuyu pek sevenlerin şehrinde.Mihrimahına doyamadığından güneş battıktan sonra bile tüm gece aya bakar,şafak söktükten sonra kavuştuğu güneşi seyre dalarmış...
Rivayet olunurmuş ki adam hasretlik düştüğü sevdiğinin yüzünü güneşin ve ayın üzerine düşen gölgelerde ararmış.
Gündüzleri kalbini onunla ısıtır, geceleri ayışığından yağan pırıltıları ona hediye edilmiş bir rüya sayarmış.

Fakat uyumayı pek seven bu insanların şehrinde uyanık kalan pek azının içinde kimse bilmezmiş bu zavallının neden divane olduğunu..

Tek sırdaşı gece ve gündüz boyunca  uykuyu gözlerinden bir umut karşılığında sakınan güneş ve aymış.

Tık

İnsan bazen akıp giden zamanın içinde bir şeylerin daha iyi olmasını hayal eder.Çoğu zaman darmadağınıktır ya yaşamının içi ,bu yüzden insan hayatı toparlansın ,eksikler tamamlansın,boşluklar doldurulsun, her şey yerli yerine otursun ister.Bu dileğinin gerçekleşme ihtimalini bilmek ister.Bu olasılıkları umut eder.Farkında olmadan yapar bunu.O ümide ihtiyaç duyar.

Birbirine monte edilmesi gereken iki ayrı makine parçasının bir araya gelip o makinenin çalışması için beklenen uyumu yakalamaları çoğu zaman bir "tık" sesiyle sağlanır ya, işte insan hayatında bu onaylanmış sesi arar.O "tık"sesini  duymayı bekler.